Batılı Olamayışımızın Sebepleri

BATILI OLAMAYIŞIMIZIN NEDENLERİ

                            Doğu düşünme ve doğu kültürü kendine has karakteri vardır ve bu karakter kendini dinsel tema üzerinde düşünüş ve yaşayış olarak algılar. Dolayısıyla zaman içinde egemen kültür başat uygarlığı yaratmıştır. Orta doğuda İslamiyet Uzak doğuda budizm en egemen yaşam ve uygarlık biçimidir. Yandaş olarak ortaya çıkan diğer dinler ana din kültüründen kopan ya da aynı toprakların ortaya çıkardığı dinsel öğelerdir

Uygarlık tarihi ana unsur olarak emeğin sömürülüş tarihi olsa da bu sömürüye payanda oluşturan toplumların ruhunu yaratan şey dinlerin kendi içindeki mücadeleleri tarihidir.

Avrupa bu mücadeleyi yaparken mistizmin çok fazla egemen olmadığı helen ve site kültürü ile ortadoğu orijinli Hiristiyanlığı kendi içinde mücadeleleri ile pozitivizme yarattı.

Daha önceki İslamiyetin batı üzerindeki egemenliği sadece savaşlar ve ilhak etme ile ilgili olduğu halde buda İslamiyetin kendi yarattığı ruh ve toplumsal bileşen ile güçlü bir toplum yaratması mümkün olmuştur. Ama pozitivizm yinede sadece askeri alanda da olsa İslamiyetin üzerine pozitivizm düşünmeye çalışması ordunun pozitivist politikaları teçhizatları geliştirmesi ve tabi ki rasathaneyi kullanmaya başlamaları ile Osmanlı kendi kültürünü zamanın en güçlü uygarlığı olarak tarihe geçmiştir. Ama Osmanlının halada devam eden hastalığı pozitivizmi sadece askeri alanda görüpte diğer alanlara pozitivist düşünceyi ve aktaramamış olması tek yönlü pozitivizmini diğer toplumsal katmanlara ve aktaramamıştır. Dahası askeri alanda güçlü oluşu nedeni ile muhalif olanın o kültürü besleyen kendi karşıt kültürünü yaratamayışı daha yaratılmasına izin vermemesi kendi kendini yineleyen ama yenileyemeyen kültür olarak yine doğu batı ile sarmalında kendini savaşa itmektedir.

Batı kendi kültürünü yaratırken daha kendi kendini yıkarken karşısında güçlü bir askeri kesim bulunmaz dolayısıyla muhalif olanlar kendilerine yaşam olanağı bulurken yarının iktidar olabilme seçeneğinin de yaratmasını bilmişlerdir. Yeni olan kendini ortaya çıkarmaya fırsat bulmuştur. Oysa doğu tek kültür ile övünürken batı da çok kültürlülük yaşanır. Kısa erimde tek kültür egemen olur ama uzun erimde kendi kendini yeniden yaratamadığından kendi kendini tüketerek gelişme dinamiğini dinamitler durur. Dolayısıyla tarih kendisi için tekerrürden ibaret olarak yaşamaya devam eder bir başka uygarlık tarih sahnesine çıkana kadar .

Tanzimatçıların doğrudan doğruya sorgulama olmadan batıyı sonuçları ile çözümleyerek bize uyarlamaya çalışmaları doğu kültürünün karakteristik yapısını belirler. Toynbe Ya da Huntington doğunun batıcı olamayacağını doğru olarak söyler. Batı düşünüş yapısına hiç sahip olmadık ki dolayısıyla batının sonuçları ile alıp kendimize monte ederiz. Her şeyden önce batı toplumları gibi düşünüş ve yaşayış olarak kendi içinde pozitivizmi kendi kültürümüzde yaratmadık. Ama pozitivizmin etkisinde ve egemenliğinde kaldığımızdan pozitivizmi ithal etmeye çalıştık mucitlerimiz maneviyatçı (yaratma sadece Allaha mahsus) olunca mucit işide sadece batıya kaldı bizlerde sadece batının ürettiği yeni teknolojileri alırken bizde onların karnını doyurma görevi yıkıldı.

Bizler Tanzimatçı kafa yapısını aşmadığımız, muhalif olana hayat hakkı tanımadığımız sürece yeniyi yaratamayız. Yeniyi yaratamayan eski zamana dünün teknolojisine ve dolayısıyla dünde yaşadığımızdan dolayıda yarını yaşayan toplumların oyuncağı olmaktan öteye geçemeyiz.

Geçmiş tarih övünmek kadar bu gün yaptıklarınla övünemiyorsan seni geri bir tarihte yaşıyorsun demektir. Bu gün yaptıklarında kendi toplumunu ve yakın çevreni mutlu edemiyorsan yarın mutsuzluklar seni bekliyor olacaktır

hakkında admin

Ayrıca Kontrol Edin

Ulukaya ve Yörecik(zengök) Murat nehri manzaraları

Murat nehridiyadinden doğup Muş iline kadar süzülerek gelen murat nehri muşun 1600 rakımı üstünde iki …

Bir yorum

  1. Bir ülkede ibadet ve din eğitimi ora halkının kendi dili ile yapılmazsa ve hele dinin gerçek kuralları, bunların asıl nedenleri ve amaçları doğru olarak anlatılmazsa o ülkede din konusu bağnazlığa, biçimselliğe bürünür ve kutsal inançlar sömürüsüne açık bir ortam oluşur. Bir kez bu yol açıldı mı da bundan yararlanan çıkarcı sömürücüler bu ortamın sürüp gitmesi için halkın gerçek din kurallarını öğrenmemesi yolunda ellerinden gelen her şeye başvururlar. Her mahallede Kur’an kursları açıp çocuklara mânâsını bilmedikleri Kur’an’ı ezberleterek onların körpe dimağlarını mahvetmeye, teknik ve yapıcı düşüncenin gelişmesini yoketmeye çalışırlar. Oysa ki Kur’an âyetleri, kişinin ve toplumun yaşam kurallarını onlara bildirmek için Peygamberin kalbine doğdurulmuştur.

    Hiç olmazsa namaz sûrelerinin türkçe anlamları halka öğretilse, Tanrının neleri buyurduğunu, neleri yasakladığını, hangi iyi şeyleri öğütlediğini anlarlardı ve böylece, din sömürücülerinin din kuralları diye yutturdukları hurafeleri, “benim için haram olan partim için helaldir” diyen, bir vakit namazını dört beş yerde hem de abdestsiz kılanların samimiyetsizliklerini de öğrenmiş olurlardı.

    Böyleleri, içindeki gerçekleri anlamasınlar diye, yıllarca Kur’anı Türkçeye çevirtmek istemediler. Türkçeye çevirisi aynı nitelikte olamazmış. Arapça kutsal dilmiş… Niçin aynı nitelikte olmasın? Anlamını hiç bilmeden robot gibi okumak ya da ezberlemek daha mı iyi? Hem, anlamı bilinmeden Tanrının buyruklarının, yasaklarının neler olduğu nasıl anlaşılır? Ta. . . Selçuklular devrinden beri Kur’an Türkçeye çevirilmiştir ki günümüze dek bunların sayıları yüzelliyi geçmiştir.

    Arapçanın kutsal dil oluşuna gelince: Peygamber Hz. Muhammed Arap olduğu, sadece arapça bildiği için Kur’an, zorunlu olarak arapça vahyedilmiştir. Öte yandan, Kur’andan önceki üç kutsal kitabın yani, Tevrat’ın, Zebur’un ve İncil’in kimi yahudice (İbranca), kimi âramca ve süryancadır. Üstelik o dillerden âramca ve süryanca, bugün konuşulmaz yani ölü dildirler.

    Bu bilgin geçinen bilmezler, Tanrının Peygambere arapça söylediğini sanırlar. Tanrının herhangi bir dille konuştuğunu, onun bir dili olduğunu söylemek onu insan gibi kabul etmek olur ki bu, küfürdür.
    Din ve ahlak şampiyonluğunu yapan kişilerin türlü yolsuzluk ve haksızlıklarını hergün bir sürü örnekleriyle gören, gazete ve dergilerde okuyan gençler, sırf din dersi okuyarak nasıl dindar, nasıl ahlaklı olurlar? Kaldı ki Türkiye, halka zorla namaz kıldırıldığı, oruç tutmayanlara işkence yapıldığı, her mahallede Kur’an kurslarının, medreselerin bulunduğu sıralarda, teknik ve ekonomik bakımlardan Avrupa’nın en geri ülkesi idi.

    Eğer bütün okullarda din ve ahlak dersleri okutulmakla dindar ve ahlaklı kişiler yetiştirmek mümkün olsaydı, bütün dünya ulusları bu yolu izler ve dünyada herkes dindar ve ahlaklı olurdu.

    Medreselerde skolastik öğrenimin sürdürüldüğü yüzyıllar boyunca, buralarda on, onbeş yıl okuyanlar, bir dilekçe yazmaktan, sattığı, aldığı malların, vergisinin, algısının hesabını yapmaktan, kendi bütçesini düzenlemekten âciz idiler. Onbeş yirmi yıl arapça okudukları halde Kur’an âyetlerinin anlamını da bilmezlerdi.

    Zaten bugün dünyada, tamamen din kuralları ile yürütülen bir devlet kalmamıştır; çünkü bu imkânsızdır. Suudî Arabistan Devleti bu iddiada görünüyorsa da, kara, hava, deniz ticaret kanunları, her türlü uluslararası ilişkiler, müslüman olmıyan uluslarla petrol, silah ve mal alışverişi, bankacılığın her türlü işlemleri, esham, tahvilat, çekler bu ülkede uygulandığına ve bunların hiç biri İslam hukukunda bulunmadığına göre ve bir çok hırıstiyan kökenli yasaları kullanıp uyguladıklarına göre bu iddiaları temelsizdir, havada kalmaktadır.

    Din için de, laiklik için de, ülkemizin ilerlemesi, güven ve mutluluk atmosferinde yaşaması için de en gerekli şey, yetenekli, hoş-görülü, hiç bir parti hizmetinde olmıyan yansız din adamları yetiştirilmesi, halkın bu tür kişiler tarafından din ve ahlak bakımlarından uyarılmasıdır. Bu işte en etkili yol, din adamının, kişilere iyi ahlakı ile örnek olmasıdır.

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

error: Content is protected !!