Geçmişe Yolculuk

          Kışla mahallesinde büyümeye başladığımda en çok bağlarımızı hatırlarım. Dereboğazında ki kavak ağaçlarını, en çok çınar gibi büyüyen şalvallı kirazının sürekli sulanan ağacı ile her zaman üzerinde kiraz toplamakla bitmeyen gür dalları ve üst taraftaki bağın içindeki zerdali ağacının altına dökülen zerdalilerin annemlerin kurutmasını hatırlarım. Babamla ( beyaz emmimle) her kış dere boğazından gelen selin önüne beton ve taştan set yapardık; kavakları ve derenin kıyısındaki erik ağaçlarını sel götürmesin diye .                        Azığımız genellikle kerpiç gibi tas içindeki kavrulmuş yağlı kavurmaydı. Her sene beton ve taş ile aynı yere set yapardık . Yine her sene yukardan gelen şiddetli sel her tarafı yıkıp geçerdi. Sarı kırmızı dameskene eriklerimiz süt eriklerimiz kışlık eriklerimizi yine şamakı dutlarımızdan kışlık meyve ihtiyacını karşılardık. Baharın biraz zahmetli olurdu bağa gitmek. Eşeğin sırtına yüklenen eşyalarımızla beraber bir saat yol yürürdük. Ağaçları sulamak için yukarıdan, çayın kıyısında bozulan arkları yapardık. Bir kilometre boyunca ark dan salimen suyun gelmesini ağaçların sulanmasını sağlardık ki baharda açan çiçeklerin meyve verebilmesi için. Tabi ekmek ayvasını unutmak kışın en iyi ayvayı seçmek ayrı bir macera olurdu. Bunların arasında en önemli meyvemiz tabii ki ekşi elmaydı. Komşu en bilge ninelerimiz geldiğinde(daha çok akrabalar gelirdi tabii ama) bir ekşi elmaya bir hikaye anlatması için yeterdi. her misafirliğe geldiğinde bıkmadan usanmadan belki aynı hikayeyi tekrar anlatması için ekşi elmanın en iyisinden getirirdik. Belki günü iyi geçmişse ballandırarak anlatırdı bazen kötü bir gününe denk gelince hikayeyi kısa keserdi. Bu hikayelerden sonra en önemli şey kışlık meyvelerimizdi .

                 O zamanlar buz dolabı yoktu her şeyi ya kurutulur ya hoşafı yapılırdı ya da sirkede bekletilir turşu olarak yenirdi. Ayrıca kışın olan meyvelerimiz vardı . Bizim “Vaz”dediğimiz bir başkalarının “ivez” meyvesi olarak bildiği ham olarak toplanan kışın yaprakları ile asma yapılıp bekleye bekleye olgunlaşan vazı ve döngeli yerdik. döngelin turşusunu da yaparlardı. En çok en güzel turşu üzüm turşusuydu. Üzüm turşusunun içine tabii ki sirke atılmazdı. Üzüm önceleri sergen yapılırdı üzüm soğuğu yiyene kadar çatıda serili üzümleri yerdik. Daha sonra üzüm turşusunu getirirlerdi annemler. Bilmeyenlere söyleyelim üzüm salkımı ile suya atılırdı sanırım yine de bunları büyükler daha iyi bilir. O zaman geçtikçe sirkeye dönüşen üzüm salkımlarını bembeyaz görünce taze üzüm gibi sanırsın oysa hafiften üzümün şekeri alkole dönüşmüş mey hoş bir tadı vardır. Yine üzümden bilirsiniz kışla mahalleliler neler neler yaparlar.

                    “Kömesini pekmez” şırası ile yarmadan yapılan tatlı tarhanasını kışın enerji deposu aynı zamanda bağışıklık sisteminin en azimli bekçileriydiler. Tabi bulgur kaynatmasını nohut kavurmasını, çedene ile yapılan kavurgalar hemen hepsi misafirlerimizle beraber yediğimiz içtiğimiz şeyler bu arada şakacı büyüklerin nohut kavurgasından yaptıkları nohutları atarlardı. Odanın içi yerlerde nohut kavurgası ile dolardı. Küçük nohut başımızı yarmazdı; ama küçük büyük arasındaki kaynaşmanın bir başka biçimiydi. Her zaman hikayeler anlatılmazdı bazen büyüklerimizin yaşadığı macera dolu yaptıkları işlerini anlatırlardı.

                     Onlardan birini aklımda kaldığı kadar anlatayım. Babam Kadımıstık. Dolduroğun Ali ve ismini hatırlamadığım dört arkadaş dağa odun kütüğü sökmeye gidiyorlar. Tabii herkesin durumu o kadar iyi değil. Herkes azığını (yiyeceğini) kendi Çıkını(büyük torba olarak kullanılan bez) yiyeceklerini koyup beline bağlarlarmış. Kadımıstık biraz bunlardan küçükmüş aynı zamanda durumları iyi olduğundan anası onun azığını diğerlerine göre daha iyi koyarmış. Herkes küp çökeleği yemekten bıktığından onun ekmeği tereyağlı veya ne bileyim yağlı peynir koyarmış. Bunu herkes bildiğinden o günü bunun azığını almışlar oturup yemişler. Eşeğin semerini de çıkarıp isirinliğin (bük ve kara çalıların arası)içine atmışlar eşeğinin ipini çözmüşler. Neyse bir süre sonra odunlarını peydah edince Kadımıstık (sonra mahalle bekçisi oldu mahallenin benim bildiğin hükümette çalışan belki de tek memuruydu) eşeğinin yanına gider bakar herkesin eşeği yerinde bağlı bunun eşeği yok.

                   Diğer arkadaşlarına sorar. herkes bilmiyoruz der. Eşeğin kaçmış olabilir der. Bu eşeğini aramaya başlar bir zaman aradıktan sonra biraz ötelerde yayılırken bulur. Bu seferde eşeğin semeri yoktur. Yine arkadaşlarından yardım ister benim semerim yok nasıl odunları götürüyüm diye. biz senin semerinin bekçisi miyiz der geçiştirirler. Herkes odunlarını yüklerken bu eşeğin semerini bulur bu arada yemek yemeye zaman bulamaz. Şaka yapan arkadaşlarının derdi de zaten yemek aklına gelmesin diye oyalamaktır dertleri . Kadımıstık herkesten sonra odunlarını yükler diğerleri bu arada hava kararıyor biz gidiyoruz sen odunu yükle gel derler. Arkadaşlarının muziplikleri bitmez. Yedikleri azığın çıkınını parçalayıp yol üstünde dallara asarlar. Kadımıstık eşeğini kaybetmiş onamı üzülsün yolda dallara asılı çıkınını görünce a…ına eşek tepesiceler hem azığımı yemişler hemde dallara asmışları diye küfürler ede ede eve gelmiş, ;
                 Kış günlerinin en güzel masalları idi bunlar. bize masallarla hikayelerle yaşanmış deneyimlerini anlatarak sıcak bir ortamda büyüdük. büyüklere saygı duymayı küçükleri sevmeyi hep yaşayarak öğrendik. Öğrenmemiz hep yaşayarak olduğundan hiçbir hikayemiz unutulmazdı. Hatta o kadar kendimizle ilgili bilgileri birbirimize sözlü olarak aktarırdık ki: benden 7 yaş küçük kardeşim benim küçüklüğümün nasıl geçtiğini kendi görmüş gibi anlatırdı. Nasıl karanlıktan korktuğumu beni hayatta beklediğini falan anlatırdı.

                   Neyse fazla kafanızı yormayım okursanız küçük kardeşim gibi sizde geçmişi kendi yaşamınıza dahil edersiniz okumazsanız da zaten yapacak bir şey yok SİZİN: (HAYATINIZ OKUDUKLARINIZ VE ÖĞRENDİKLERİNİZDEN DEĞİL SİZİN YAŞADIĞINIZ KENDİ HAYAT ÇİZGİNİZ OLAN TECRÜBELERDEN BAŞLAR) bu nedenle okumayan öğrenmeyen toplum ve bireyler olarak hep yeniden Amerika’yı keşfederiz hep aynı tas aynı hamam olur hayatınız babanızın ki gibi olur hayatınız aynı yerde tekerrür eder. Yeni hayatlarda yeni yaşamlarda yeni buluşlarda buluşmak dileği ile hep esen ve hep güzel kalın
Mahalle’deki ismim Gözel bilen bilir Muslu çıkmaz sokağının çocukları Aligülüler Mıstık C, a

Apilinin O. Büyük babam Aşuroğulu Ali’nin torunu Ahmet in büyük oğluyum
İbrahim Gözel

hakkında admin

Ayrıca Kontrol Edin

Muş ovasında karlı ilk bahar Lale ve murat Köprüsü manzarası

Muş (Ermenice: Մուշ, Kürtçe: Mûş), Muş ilinin merkezi olan ve ile ismini veren şehirdir. Ayrıca …

Bir yorum

  1. Kadımıstığı rahmetle anıyoruz.. Sıcak çekirdek aile ortamı yerini bireyselleşmiş, bağımsız ve egosu yüksek, cahil özgüveni olan kişilere bıraktı maalesef.

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

error: Content is protected !!