admin

Topkap Sarayı (Müze)

Başlama tarihi       Bitiş tarihi
1465                         1478

Mimar
Alaüddin, Davud Ağa

Topkapı Sarayı (Osmanlı Türkçesi: طوپقپو سرايى), İstanbul Sarayburnu’nda, Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan ve Osmanlı padişahlarının yaşadığı saraydır.[1] Bir zamanlar içinde 4.000’e yakın insan yaşamıştır.[2]

Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılmış, Abdülmecit’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene boyunca devletin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmi ikametgahı olmuştur. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m.² lik bir alanda yer alan sarayın bugünkü alanı 80.000 m² dir.[3]

Topkapı Sarayı, saray halkının Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı ve diğer saraylarda yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır. Padişahlar tarafından terk edildikten sonra da içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Saray zaman zaman onarılmıştır. Ramazan ayı içerisinde padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Kutsal Emanetler Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir önem verilmiştir.[3] Fatih Sultan Mehmed 1465 yılında Topkapı Sarayı’nın inşaatını başlatmıştır.
Topkapı Sarayı’nın ilk defa, adeta bir müze gibi ziyarete açılması Abdülmecit dönemine rastlamıştır. O dönemin İngiliz elçisine Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eşyalar gösterilmiştir. Bundan sonra Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eski eserleri yabancılara göstermek gelenek haline gelir ve Abdülaziz zamanında, ampir üslupta camekanlı vitrinler yaptırılır, hazinedeki eski eserler bu vitrinler içinde yabancılara gösterilmeye başlanır. II. Abdülhamid tahttan indirildiği sıralarda Topkapı Sarayı Hazine-i Hümâyûn’un pazar ve salı günleri olmak üzere halkın ziyaretine açılması düşünülmüşse de bu gerçekleşememiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamıştır. Bugün ise Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir.

1924 yılında bazı ufak onarımlar yapıldıktan ve ziyaretçilerin gezebilmeleri için gereken idari önlemler de alındıktan sonra Topkapı Sarayı 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır. O tarihte ziyarete açılan bölümler Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafa Paşa Köşkü ve Bağdat Köşkü’dür.[3]

Günümüzde büyük turist kitlelerini kendine çeken saray 1985 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne giren İstanbul Tarihî Yarımada içerisindeki tarihi eserlerin en başında gelmektedir.[4] Günümüzde müze olarak hizmet vermektedir.[5] Topkapı Sarayı’nın modeli
Topkapı Sarayı’nın havadan görünümü, arka planda ayrıca Aya İrini, Aya Sofya ve Sultan Ahmet Camii görünmektedir (Ekim 2014)
Topkapı Sarayı, Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında kalan tarihsel İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu’nda Bizans akropolü üzerinde kurulmuştur. Saray, kara tarafından Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Sûr-ı Sultâni, deniz tarafından ise Bizans surları ile şehirden ayrılmıştır. Çeşitli kara kapılarıyla ve deniz kapılarıyla saray içerisindeki değişik yerlere açılan kapıların haricinde, sarayın anıtsal girişi Ayasofya’nın arkasında bulunan Bâb-ı Hümâyûn (Saltanat Kapısı)dur. Topkapı Sarayı yönetim, eğitim yeri ve padişahın ikametgahı olması sebebiyle oluşturulan yapılanmaya uygun olarak iki ana bölüme ayrılmıştır. Bunlar, birinci ve ikinci avludaki hizmet yapılarından oluşan Birun ile iç örgütlenme ile ilgili yapılardan oluşan Enderun’dur.[6]

Bab-ı Hümayun (Saltanat Kapısı)
Sarayı şehirden ayıran ve Fatih tarafından sarayın inşaatıyla birlikte yaptırılmış olan Sur-u Sultani içerisindeki saray alanına Bâb-ı Hümâyûn’dan girilmektedir.

Kapının üzerinde Ali bin Yahya Sofi tarafından yazılmış bulunan celi sülüs hat ile dört satırlık 1478 tarihini veren bir kitabe mevcuttur. Kitabenin altında ve kapının iç tarafında bulunan II. Mahmut ve Abdülaziz’e ait tuğralardan, kapının birkaç defa onarıldığı anlaşılmaktadır. Bab-ı Hümayun’un iki yanında, kapıcılara ayrılmış küçük odalar vardır. Kapının üstünde 1866 yılında yandığı için günümüze ulaşamayan, Fatih Sultan Mehmed’in kendisi için yaptırdığı köşk biçiminde küçük bir daire vardı. Üst katın asıl önemi Beytül mâl (Kapı arası hazinesi) olarak kullanılmış olmasıdır. Padişahın ölen kullarının veya varissiz ölen şahısların servetlerinin sultan hazinesine alınması sistemi olan muhallefat sistemi ile bağlantılı olan bu mekan, sultan hazinesine alınmayan emtianın yedi sene emanete alındığı mekan olarak kullanılmıştır.[7] I. Avlu (Alay Meydanı

Bab-ı Hümayun’dan girilen, asimetrik planlı bu avluya saray-kent-devlet üçlü yönetim sisteminin ikinci derecede öneme sahip olan yapıları yerleştirilmiştir.Burası halkın belirli günlerde girebildiği ve devletle olan ilişkilerini yürüttüğü bir merkez niteliğindedir. Devlet erkanının at ile girebildiği tek alandır.

Bab-ı Hümayun’u Bab-üs Selam’a bağlayan 300 metre uzunluğundaki ağaçlı yol sultanların Cülus, Sefer, Cuma Selamlıklarına ihtişamla geçtiklerine sahne olmuştur.Bu avlu aynı zamanda Elçi alayları, Beşik alayları ile Valide Sultanların saraya taşınmasındaki Valide alaylarına da sahne olmuştur.[8]

Alay Meydanı’nında bulunan hizmet yapıları
Darphane-i Amire
Sol tarafta sarayın ihtiyacını karşılayan odun ambarı ve hasırcılar ocakları bulunmaktaydı. Hamamları, koğuşları, işlikleri, ahırları ile bir bütün teşkil eden bu kısımlar günümüze ulaşamamıştır. Bugün bu yapıların yerinde Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı elemanlarının lojman olarak kullandığı eczane binası vardır.
Birinci Avludaki Aya İrini Kilisesi
Altınyol
Bu yapılardan sonra gelen Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren Cebehane olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi günümüze ulaşmış ender yapılardandır. Cebehane’nin yanından başlayarak sarayın bahçelerine ve Çinili Köşk’e geçit veren yol boyunca uzanan bu yapılar günümüze tamamıyla değişmiş olarak gelmiştir.

Darphanenin 17.786 metrekarelik kısmı günümüze ulaşmıştır, Darphane Genel Müdürlüğü Damga Matbaası Daire Başkanlığı, Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuarı Müdürlüğü bu yapıların bir kısmını kullanmaktadır. Koz bekçileri kapısından sonra gelerek Arkeoloji Müzesi’nin karşısında kalan yapıları Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan kiralayan Tarih Vakfı kullanmaktadır.[8] Günümüzde I. Avlu’da Bulunmayan Yapılar

Darphane binalarının sonunda Kız bekçileri veya Koz bekçileri adı verilen bir kuruluşun yerinin bulunduğu bilinmektedir. Görevleri depoların ve haremin dıştan korunması olan Koz bekçiler Ocağı’nın bulunduğu kısımdaki yolun üzerindeki kapı da Koz Bekçiler Kapısı adıyla anılmaktadır. Bâb-ı Hümâyûn’un girişinden itibaren sağ tarafta sırasıyla Enderun Hastahanesi, sarayın Marmara tarafındaki yapılarına ve bahçelerine inen yol ile Dizme ya da Dizme Kapısı denilen kapı, Hasfırın ve Dolap Ocağı vardı.

Kapının girişine yaklaştıkça II. Abdülhamid tarafından meydanın bu kenarındaki duvara taşınan 16. yüzyıla ait Cellat Çeşmesi görülür. Yolun sol tarafında ise avlunun Bab-üs Selam’a yakın kısmında küçük sekizgen köşk biçiminde bir yapı bulunuyordu.Külah biçiminde sivri çatısı olan yapı Kağıt Emini Kulesi veya Deavi Kasrı olarak da tanınmaktadır. Buraya her gün Kubbealtı vezirlerinden biri gelerek halkın verdiği dilekçeleri toplar, dava sahiplerini dinler ve konuyu Divan’a sunardı. Bugün aşağı yukarı bu mekânın bulunduğu yerde saraya giren-çıkan ziyaretçilere yiyecek-içecek servisi yapılan DÖSİM’e ait çay bahçesi bulunmaktadır.[8]

Saray-ı Hümayun ve İç Saray

Surlarla çevrili Saray-ı Hümayun’un yapıları: Otluk Kapısı, Balıkhane Kapısı, Saadet Kapısı, Haseki Hamamı, Alay Köşkü, Zeynep Sultan Camii, Soğukçeşme Kapısı, Ayasofya, III. Ahmet Çeşmesi, Ahırkapı Feneri, İncili Köşk, Odun Kapısı, Has Ahır, Hasbahçe, Şevkiye Köşkü, Vükela Kapısı, Eski Kayıkhaneler, Sepetçiler Kasrı, Yalı Köşkü, Demirkapı, Yalıköşkü Kapısı, Yeni Darphane, Darphane Köşkü, Babı Hümayun, Gülhane Kasrı, Gotlar Sütunu, Babüsselam, Arz Odası, Çinili Köşk, Revan Köşkü, Bağdat Köşkü, III. Osman Köşkü, Sofa Köşkü, Lala Bahçesi, Birinci Avlu, İkinci Avlu, Üçüncü Avlu, Topkapı Sarayı.

İç saraydaki yapılar:

Babüsselam, Mutfak kanadı, Babüssaade, Arz odası, Fatih Köşkü, Hekimbaşı odası, Ağalar Camii, İç hazine, Raht Hazinesi, Has Ahır, Kubbealtı, III. Ahmet Kütüphanesi, Sünnet odası, III. Murat Köşkü (DBİA, C.7, 283-5)

Alıntı: Vikipedi, özgür ansiklopedi

İstanbul boğaz turu 2

İstanbul’da zemheride (ocak ayında ) buz gibi bir akşam üstünde boğaz turu seyreyle
Bağladığı sular Karadeniz – Marmara Denizi
Ülke  Türkiye
Uzunluk 29,9 km[1] En geniş yeri 3,6 km[1]1
En dar yeri 698 m [1]2
En derin yeri 120 m [1]3
Dipçe 1: (Anadolu ve Rumeli Fenerleri arası)
2: (Anadolu ve Rumeli Hisarları arası)
3: (Bebek Camii ve Kandilli Burnu arası)

İstanbul Boğazı, Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birbirine bağlayan su geçidi.[1] Genel olarak kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanır ve İstanbul şehrini Avrupa yakası ve Anadolu yakası olmak üzere ikiye böler. Boğazın her iki yakasına yayılmış yerleşim bölgesine Boğaziçi adı verilir.[2] İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Türk Boğazları olarak adlandırılır ve Avrupa ile Asya kıtalarını birbirinden ayıran doğal sınırlardan biri olarak kabul edilir.[3] 1 Mayıs 1982 tarihinde yürürlüğe giren İstanbul Liman Tüzüğü uyarınca, İstanbul Boğazı’nın kuzey sınırı Anadolu Feneri’ni Rumeli Feneri’ne birleştiren hat; güney sınırı ise Ahırkapı Feneri’ni Kadıköy İnciburnu Feneri’ne birleştiren hat olarak belirlenmiştir.

Boğazın kıyıları tarih boyunca değişik uygarlıklara yurt olmuş, MÖ 685 yılında Megara’dan gelen Yunanların günümüzde tarihî yarımada olarak adlandırılan bölgede bir şehir devleti kurmasıyla gelişerek büyümüştür.[5] Doğu Roma İmparatorluğu’na ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapan ve günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük kenti olan İstanbul’un simgelerinden biridir ve gerek kentin, gerekse ülkenin yurtdışı tanıtımlarında baş ögelerden biri olarak kullanılmaktadır.

Uluslararası deniz taşımacılığının yapılabildiği en dar geçit olma özelliğini taşıyan İstanbul Boğazı üzerinde Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet asma köprüleri bulunur. Yapımına başlanan yeni köprü ise Yavuz Sultan Selimdir.[6] Bu köprüler İstanbul’un iki yakasını bağladığı gibi, Avrupa kıtası ile Asya kıtası arasında birer geçiş noktası yaratır. İstanbul halk taşımacılığının kilit noktalarından biri olan Boğaz’da kıtalararası ulaşım, deniz otobüsleri, yük, araç ve yolcu taşıyan feribotlar, şehir hatları vapurları ve yolcu motorlarıyla da desteklenmektedir.[6] Hâlen yapımı sürmekte olan deniz altı raylı sistem tüp geçidi Marmaray projesiyle iki kıta arasında kesintisiz bir demir yolu hattı oluşacak ve Londra’dan Pekin’e yalnızca demir yolunu kullanarak gitmek mümkün olacaktır

İstanbul Boğazı, Karadeniz’e kıyıdaş olan Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya ve Ukrayna için Akdeniz’e ulaşmanın tek yoludur.  Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’yle birlikte İstanbul Boğazı’nın egemenlik hakları, 20 Temmuz 1936’da imzalanan Boğazlar Sözleşmesi ile belirli kurallar ışığında Türkiye’ye verilmiştir.

Alıntı: Vikipedi, özgür ansiklopedi

İstanbul boğaz Turu (istanbul bosphorus)

Boğazı, Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birbirine bağlayan su geçidi.Genel olarak kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanır ve İstanbul şehrini Avrupa yakası ve Anadolu yakası olmak üzere ikiye böler. Boğazın her iki yakasına yayılmış yerleşim bölgesine Boğaziçi adı verilir.[2] İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Türk Boğazları olarak adlandırılır ve Avrupa ile Asya kıtalarını birbirinden ayıran doğal sınırlardan biri olarak kabul edilir.[3] 1 Mayıs 1982 tarihinde yürürlüğe giren İstanbul Liman Tüzüğü uyarınca, İstanbul Boğazı’nın kuzey sınırı Anadolu Feneri’ni Rumeli Feneri’ne birleştiren hat; güney sınırı ise Ahırkapı Feneri’ni Kadıköy İnciburnu Feneri’ne birleştiren hat olarak belirlenmiştir.[4] Boğazın kıyıları tarih boyunca değişik uygarlıklara yurt olmuş, MÖ 685 yılında Megara’dan gelen Yunanların günümüzde tarihî yarımada olarak adlandırılan bölgede bir şehir devleti kurmasıyla gelişerek büyümüştür.[5] Doğu Roma İmparatorluğu’na ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapan ve günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük kenti olan İstanbul’un simgelerinden biridir ve gerek kentin, gerekse ülkenin yurtdışı tanıtımlarında baş ögelerden biri olarak kullanılmaktadır.

İstanbul Boğazı üzerinde Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet asma köprüleri bulunur. Yapımına başlanan yeni köprü ise Yavuz Sultan Selimdir. Bu köprüler İstanbul’un iki yakasını bağladığı gibi, Avrupa kıtası ile Asya kıtası arasında birer geçiş noktası yaratır.

  boğaz turu0553

Uluslararası deniz taşımacılığının yapılabildiği en dar geçit olma özelliğini taşıyan  İstanbul halk taşımacılığının kilit noktalarından biri olan Boğaz’da kıtalararası ulaşım, deniz otobüsleri, yük, araç ve yolcu taşıyan feribotlar, şehir hatları vapurları ve yolcu motorlarıyla da desteklenmektedir.[6] Hâlen yapımı sürmekte olan deniz altı raylı sistem tüp geçidi Marmaray projesiyle iki kıta arasında kesintisiz bir demir yolu hattı oluşacak ve Londra’dan Pekin’e yalnızca demir yolunu kullanarak gitmek mümkün olacaktır. İstanbul Boğazı, Karadeniz’e kıyıdaş olan Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya ve Ukrayna için Akdeniz’e ulaşmanın tek yoludur. Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’yle birlikte İstanbul Boğazı’nın egemenlik hakları, 20 Temmuz 1936’da imzalanan Boğazlar Sözleşmesi ile belirli kurallar ışığında Türkiye’ye verilmiştir.

Adana – seyhan nehri manzaraları

Seyhan Nehri

 Türkiye  nin Akdeniz ’e dökülen ırmaklarının en önemlisidir. Uzunluğu 850 km’dir. Havza alanı ise 20.600 km2dir. İki önemli kolu vardır. En uzun olanı, Uzun Yayla’dan doğan Zamantı suyudur. Orta Toroslar’ın uzanış doğrultusunda akan bu su,

Çukuova ’ya inmeden önce diğer önemli kolu olan  Göksu ile birleşir Akdeniz ’e dökülür. Seyhan Nehri üzerinde Yedigöze, Çatalan ve Seyhan Hidroelektrik Santralları kurulmuştur.
Adana’nın içinden geçer ve bu kenti Seyhan  nehri Akdeniz ve  Yüreğir isimli semte böler 60 kilometre sonra Tarsus çayı ile birleşerek  Tarsus’un ‘un 20 km güneyinde) Çukurova’nın en batı kesiminde,Adana-İçel sınırında Deli Burnu’nda Akdeniz’e dökülür. Seyhan Nehri üzerinde Yedi göze, Çatalan ve Seyhan Hidroelektrik Santralları kurulmuştur. Ayrıca Seyhan Nehri Ceyhan nehri ile beraber  Çukurova’da tarımsal sulama için çok büyük önem taşır,özellikle pamuk üretemi için.Pamuk üretimi en çok su talep eden tarımsal işlemlerinden birisidir ve çevre kirliligi bakımından hassas bir tarımsal sanayidir.

Seyhan Barajı, eski  Adana’nın 15 km yukarısında 850.000 dönüm araziyi ve Adana’yı Seyhan Nehri‘nin sebep olabileceği su baskınından kurtarmak amacı ile yapılan toprak dolgu tipi barajdır.

8 Nisan 1956‘da hizmete açılmıştır. 974 günde tamamlanmıştır. Maliyeti 25 milyon dolardır. Barajın gövde hacmi 7.500.000 km²‘dir. Baraj sayesinde 174.000 hektar arazi sulanabilmektedir. 18’er /Watt”>MW’lık üç üniteye sahiptir (Bir tanesi yedektir.)

Hidroelektrik santral, 54 /Watt”>MW _(elektrik)”>güç ile, yılda toplam 350 /Kilowatt_saat”>GWh üretir.

2006 yılından beri Türkiye Offshore Şampiyonası’nın ikinci ayağına ev sahipliği yapmaya başlamıştır.[1]

Efsaneler şehri amasya ve borabay gölü manzaraları

Ferhat İle Şirin Efsanesi

   Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirin’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenir.

   Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. “ Şehir’e suyu getir, Şirin’i vereyim” der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.

   Ferhat’ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde.

   Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin’in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat’ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten “ŞİRİN !” seslenişleri yankılanır kayalarda.

   Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat’ın yanına.

   Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.

yazı alıntıdır:  http://www.geziklubu.com/?pnum=25&pt=Amasya+Efsaneleri

Bir doğa harikası olan

, doğa yürüyüşü, piknik ve kamp için son derece uygun bir seçenektir. Denizden 800 m. (1050 rakım) yükseklikteki krater gölü olarak bilinen göl aslında küçük bir akarsuyun etraftan gelen yıkıntılarla tıkanması sonucu oluşmuş, doğal bir set gölüdür. Bakanlar Kurulunca Turizm Merkezi olarak ilan edilmiş bulunan Borabay Gölü’nde 9 adet bungalov ev, gazino, kamp ve piknik alanları, doğa yürüyüşü parkuru ve dinlenme imkanları vardır. Bu nedenle yerli ve yabancı ziyaretçilerin çok sık uğradığı bir merkez durumundadır.
80 metre genişlik ve 25 metre derinliğe sahip olan göl, doğu batı yönünde uzanan bir vadi de yer alır. 900 x 300 metre ölçülerindeki gölün etrafında kayın, sarıçam, sedir, kestane ağaçları ile karışık Tabiat harikası gölün rengi zümrüt yeşilidir. Güney kıyısı sarp ve diktir. Kuzey kıyısı piknik amaçlı kullanılmaya uygundur.
Gölde kayık ile tur atılabilmekte ve göl etrafında temiz hava ortamında yürüyüş yapılabilmektedir. Belediye tarafından işletilen orman içi dinlenme tesisleri vardır.

Amasya krall kaya mezarları, Amasya evleri( efsaneler vadisi)

Yeşilırmak vadisi  diğer adı krallar vadisi

Helenistik dönemde, Amasya’yı İÖ.333’den İÖ.26’ya kadar başkent olarak kullanan Pontus Krallarına ait olan Kral kaya Mezarları, Harşena Dağı’nın güney eteklerine, kalker kayalara oyularak yapılmıştır.

Hatuniye Mahallesi’nin dar sokaklarından ve tren yolunu geçerek çıkılan mezarların arasında, kayaya oyulmuş yollar ve merdivenler bulunmaktadır. Yeşilırmak Vadisi boyunca, irili ufaklı 21 mezar olduğu bilinmekle birlikte bunlardan sadece birkaç tanesi günümüze gelebilmiştir. Kaya Mezarlarının içlerinden çok, arkalarına oyulmuş geçitler dikkat çekicidir. Bu bölgedeki büyük mezarlardan birinin yanında, nehre kadar uzandığına inanılan bir tünelin başlangıcı bulunmaktadır. Kalker kayalara oyularak yapılan bu mezarlar yapı ve büyüklükleri itibarıyla kente hakim bir noktadadırlar.

Kral Kaya Mezarlarının en büyüğü, galeri ve merdivenlerle çıkılan, batı yönündeki en son mezardır. Bu mağaranın yüksekliği 15m, genişliği 8m, derinliği ise 6m’dir. Mezar odasına girişi, diğer mezarlardaki kapılardan daha yüksektir. “Büyük Kral Mezarı” olarak da adlandırılan mağara, cephe itibariyle pek çok tahribata uğramıştır.

Devamını Oku »

Doğal ayıklanma ve canlılık ve suç olgusu

Doğanın bir işleyen mantığı vardır. Bu mantık maddenin yasaları içinde var olur. Doğanın enerjileri ve bir çok yasası vardır. Bu yasalara müdahale edildiğinde  maddi var oluş ve biçimlenmesini geciktirir ve hızlandırır.  Doğa kendi yasaların kendi biçin ve formlarında yeniden yaratır.  Aynı  doğanın boşluk kabul etmediği gibi maddi var oluş bir yasasızlık içermez. Yalnız maddenin birbirine dönüşmesini bir karmaşık yasalar bütünü içinde var eder.  Bir şey yok olurken başka bir şey var olur.  bir canlın hayvanın içinde bir bitki yok olurken onu yiyen hayvan gelişir ölen hayvan tekrar toprağa döner ve parçalanır. Maddi dünyanın yasalarının yanında  canlılığında yasaları vardır. Madde nasıl enerjiler bütünü ile form değiştiriyorsa canlıda kimyasal ve organik enerjiler ile biçim ve format değiştirir.

                Canlılığın diğer maddi şeylerden ayıran şey maddenin kendi atomsal yasalarının yanında ancak dışsal enerji ile değişime girmesidir. Madde kendi içinde bulunduğu enerjinin formuna göre kendi yapısal özelliklerini gösterir yada biçim veya nitelik değiştirir. Canlılık her format ve biçim kendi kendine büyüme ve gelişme sonunda tekrar parçalanmadan başka bir şey değildir.

                     Madde kendi  içinde büyümüyor ve gelişmiyor. Oysa canlı madde dışarıdan aldığı yedek parçalar ile onu kendi içinde kimyasal oluşumlardan geçirerek parçalıyor kendi bünyesine yararlı şeyleri alıp atıkları dışarı atıyor. Kendi içinde bir denge ve biçim kurarak canlılığını koruma çalışıyor.

                   İşte canlılığın bir doğal yasaları içinde denge ve biçim koruma mücadelesi doğanın içsel ve dışsal yasalarının tesadüfi yapılanması içinde yeni bir varoluş yaratıyor. Maddeye yeni biçimler yeni formlar yeni yapılar kazandırıyor.  Kimyasal süreçleri kendi içinde yaratıyor. Doğa  (ölü doğa)  kendi yasalarını yapılandırıp enerjilere tepki  verirken canlı aynı zamanda bir hareket kazanıyor. Maddi dünyaya karşı belli yanıtlar vermeye çalışıyor. Yani canlı bir irade yaratıyor irade devinmeye çalışırken bu yasaları belleme ve hayata geçirme mücadelesi  içinde  iradeyi oluşturan beyinin gelişmesi belleği artırıyor Bellek öğrenilenleri yeniden üretim aşamasında canlıya yol gösteriyor.

Anıtkabir ve Ankara

Anıtkabir, Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve inkılaplarının önderi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün, Ankara Anıttepe’de (eski adıyla Rasattepe) bulunan anıt mezarıdır. Ayrıca dördüncü cumhurbaşkanı Cemal Gürsel de 1966 yılında devrim şehitleri bölümüne defnedilmiştir (6 Kasım 1981 tarihli Devlet Mezarlığı Kanunu 1.madde 2.fıkra gereğince, 27 Ağustos 1988’de çıkartıldı). 1973’den beri İsmet İnönü’nün kabri de Anıtkabir’dedir.

Rasattepe (Anıttepe)
Anıtkabir yapılmadan önce rasat (gözlem) istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe’nin ismi Rasattepe idi. 906 rakımlı bu tepede, MÖ. 12. yüzyılda Anadolu’da devlet kuran Frig uygarlığına ait tümülüsler (mezar yapıları) bulunmaktaydı. Anıtkabir’in Rasattepe’de yapılmasına karar verildikten sonra bu tümülüslerin kaldırılması için arkeolojik kazılar yapıldı. Bu tümülüslerden çıkarılan eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.

Anıtkabir projesinin belirlenmesinden sonra, ilk aşamada kamulaştırılma çalışmaları yapıldı ve 9 Ekim 1944 tarihinde yapıma başlandı. Anıtkabir’in inşası 9 yıllık bir sürede 4 aşamalı olarak 1953 yılında tamamlandı.

Birlik beraberliğe daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde emperyal petrol savaşlarından uzak durmamız temennisi ile kurtuluş mücadelesi dünyaya hatırlatmaya ithaf olunur

Türkiye yi vatan yapan Anadolu insanı emperyal tuzaklara düşmeyecek kadar uyanık olmalıdır. Kendi insanına kendi kendine kıydıran okyanus ötesi kolonyalistler her zaman küçük devletleri savaşta akan kanları ile beslenirler

error: Content is protected !!